Başkanım Koronayı Yendi

Başkanım Koronayı Yendi

Muhalefet çatlasın! Her şeyleri, herkesleri yenen başkanım sonunda koronayı da yendi. Gördünüz mü, hastalananlar da azaldı bu günlerde, ölenler de. Muhalefete sorsan yine başkanımı suçlar; rakamlarla oynuyorlar, der, ölüm raporlarını değiştiriyorlar, der,  test sayısını azalttılar der, der de der yani...Varsın desin! Muhalefetin görevi zaten bu; oturduğu yerden başkanıma laf söylemek! Ama icraat deyince; o başkanımın işi...

            Salgın nedeniyle çöpe çıkamadığımız günler oldu. Çoluk çocuk aç kaldık evde. Başkanımın gönderdiği yardımlar da elimize ulaşmadı daha. Ne yapalım diyerek hanım bana bakıyor ben hanımın gözüne. İkimizin de aklından geçen tek şey var; alyanslarımızı satmak. Belki bu zor günleri geçirmemize yardımı dokunur, dedik, sonunda kararımızı verdik. Yüzükleri götürdüğüm kuyumcu Rüstem, ölçtü tarttı, hesabını yaptı, binde iki vergiyi de düşünce şu kadar tutuyor, dedi. Ne vergisi beyim, dedim, yüzüğümü satıp ekmek alacağım işte, bunun vergisi mi olur, diye gürledim. Bu vergi yeni getirildi, dedi Rüstem sakince, altın, döviz alıp satan herkes mecburen ödeyecek. Sesimi kestim, avucuma saydığı paraları alıp çıktım.

            Başkanımın icraatından söz ediyordum... Biz Bize Yeteriz Türkiyem, dedi bir kampanya başlattı ki... Muhalefetin gözü faltaşı gibi açılıverdi. Yalnız muhalefetin mi, dünyanın bile aklı şaştı. Peki niye yaptı bu kampanyayı başkanım, niye vatandaşına el açtı, niye mesaj üstüne mesaj attı? İhtiyacı olduğundan mı, hazine tamtakır kaldığından mı, kaynakların hepsi tükendiğinden mi, ithalatın ihracatı karşılayamadığından mı? Elbette hayır! Daha önce de söylediğim gibi, bu kampanya bir tür devlet hizmetiydi. Salgından dolayı evinden çıkamayan halkın ayağına gitmek, fitre ve yardımlarını rahatça ödemelerini sağlamak içindi. Yoksa başkanım halka avuç açar da ellibeş ülkeye yardım gönderir miydi?

            Bu kampanyanın bir amacı da muhalefeti, muhalefetçileri sınamaktı. Başkanım gördü ki, biz yardım toplarken onlar paralarını dolara, euroya yatırıyorlar, altın alıp gümüş satıyorlar, memleketin kampanyasına kuruş vermiyorlar. Dinsizin hakkından imansız gelir, diyerek bir vergi kütletti bu alım satımlara, hepsinin aklı şaştı. Kambiyo vergisini beş kat arttırdı. Yetmedi, benzine, mazota ufak ufak getirdiği zamlarla muhalefeti dize getirdi.

            Kuyumcu Rüstem’den çıkar çıkmaz mahalledeki şarkuteriye girdim. Çoluğun çocuğun gözü doysun, gönlü şenlensin diye iki çeşit peynirden iki yüz ellişer gram tarttırdım. Uzattığım yirmiliğe bakakalan peynirci, yirmi lira daha vereceksin, dedi, peynir kaç para oldu haberin var mı senin, mayaya, süte her gün zam geliyor. Mayayı anladım da dedim, süte niye zam geliyor, inekler, koyunlar da mı başkanıma karşı artık, diye söylendim. Bunun üzerine gülümseyen peynirci, senin haberin yok galiba, dedi, köy meraları bundan böyle paralı oldu, hayvan otlatmak isteyen herkes hayvan başına harç yatıracak. Hal böyle olunca onlar da süte zam yaptılar. Baktım söylenecek söz yok, bir yirmilik daha çıkarıp verdim.

            Görüyor musunuz, başkanım neleri düşünüyor, neleri hesaplıyor. Kimin aklına gelirdi meralardan gelir elde etmek? Yalnız bu hesapların, bu vergilerin, bu harçların ucu bize dokunmasa daha hoş olacak ama... Bilmem artık orasını nasıl çözer başkanım. Aslında güzel bir fikrim var benim. Bilmiyorum, başkanıma iletsem mi? Şu zamlardan, harçlardan, vergilerden bizleri muaf tutsa, yalnızca muhalefetçiler ödese olmaz mı? Nasıl mı olacak? Her şey bir kararnameye bakar, değil mi? Bizlere de birer başkancı kartı çıkartır, olur biter! Artık gerisini muhalefet düşünsün. Aha buraya yazıyorum, gün gelecek bu dediğim de olacak.

 

Eşref Karadağ