'Suçluyu kazıyın, altından insan çıkar' sözüyle tarihe not düşen Faruk Erem'i kamuoyu daha çok 'Bir Ceza Avukatının Anıları' isimli kitabıyla tanıdı. 1999'da yaşamını kaybeden Faruk Erem Türk Hukuk tarihinin en önemli kilometre taşlarından biri olarak dikkati çekiyor.
Faruk Erem'in 'İdamlık Aziz' başlıklı anısı ise 15 Temmuz darbe girişimi sonrası başlayan 'idam geri gelsin' tartışmalarına 'bir de bu pencereden bakmak gerek' dercesine sesleniyor okuyucuya.
İDAMLIK AZİZ !
Bilirsiniz, hukuk her şeyin süresinde yapılmasını ister. Fakat bir süre vardır ki, kanunda yerini bulamazsınız. Ölüm cezasına hükmedilmesinden, bu cezanın yerine getirilmesine kadar uzunca bir süre geçer. Buna "korkunç süre" adını verebiliriz. Anayasalar işkenceyi yasaklaya dursun. Bu süre işkencedir.
Bir dergide okumuştum. Amerika'nın bir kentinde, hükümlü, geceleyin,gizlice elektrik, sandalyesine oturtulur, ceza böylece yerine getirilirmiş. Fakat sandalye çok akım çektiğinden, lambalar zayıflayınca hükümlüler olayı öğrenir, bağırmaya, eşyaları parçalamaya, ağlamaya başlarlarmış. Düşünmüşler,özel bir jeneratörle sakıncayı gidermişler. Şimdi kimse fark etmiyormuş.
Elektrik sandalyesine konulan kişiyi cam bölmenin arkasından seyre çağrılan hükümlünün babası şöyle demişti: "Elektrik dalgası vurduğu zaman başından dumanların çıktığını gördüm. Haykırdığımı hatırlıyorum."
Bizim cezaevlerimizde daha ilkel çareler uygulanır. Ölüme mahkûm olan, bir bahane ile koğuştan alınıp, hücreye konur. Zamanı geldiğinde sehpaya götürülür, gizlice.
Sinop cezaevi
Sivas cezaevi müdürünü çok severdim. Anılarını çok dinlemişimdir: Koğuşta tek idamlık, Aziz'di. Müdür "infaz emri"nin gelmek üzere olduğunu hesaplamıştı. "Çare"ye başvurulacaktı. Mahkûmların yatma saati idi. Yatak açıyor, soyunuyor,tiryakiler son sigaralarını içerken, tek tük konuşuyorlardı. Birden içeriye gardiyanlar girdi.
Başgardiyan "eller başa, herkes yatağının başına" dedi. Arama ? tarama sessizce, olaysız geçiyordu. Aziz'in yatağının yanında bir gardiyan sağı solu saçıp çekiştiriyordu. Birden bir sustalı çakı yere kayıverdi.
Başgardiyan "Aziz, biz de seni uslandılar arasına koymuştuk. Yazıklar olsun, yürü hücreye" diye çıkıştı. Aziz şaşkın, üzgün "Vallahi, benim değil" diyebildi.
Sonra hırsla dudaklarını ısırdı. Koğuştakilere "Kim etti bunu" diye sordu. Başgardiyan kolundan çekti Aziz'i. Koğuşun kapısından çıkmadan önce, kağıt oynarlarken birkaç kez aralarında tatsızlık geçen Veysel'in önünde durdu. "Vicdanı kırık, sen ettin. Anam, avradım olsun" diye başlayarak Veysel'in yakasına sarıldı.
Gardiyanlar omuzlarına yapışıp Aziz'i ayırdılar. Veysel "Ulan amma da acemisin be. Anlamadın mı? İdamlıkları hücreye böyle alırlar!"
Aziz durakladı. Bir şey diyemedi. Yürüdü.
Gardiyanlar gidince, Veysel'i koğuştakiler bir hayli hırpaladılar. Neye yarar. Veysel oyunu bozmuştu.
Hücrenin önünden geçenler Aziz'in içerde bazen ağladığını, bazen bildiği duaları yüksek sesle okuduğunu, yalvardığını, bazen da işi kendisinin yapmadığını, haykırdığını duyarlardı.
Neden sonra beklenmedik bir olay oldu. Tel gelmişti. Müdür, nöbetçi gardiyana hemen Aziz'i getirmesini emretti. Aziz asılacağını anlamıştı. Onu sürüklercesine iki gardiyan, güçlükle getirebildiler müdürün odasına.
Yüzü sararmıştı. Müdür, "Aziz, oğlum, tel geldi, okuyayım" dedi, fakat okuyamadı. Aziz durduğu yerde garip bir titremeye tutulmuştu. Konuşamıyordu. Yüzü değişti. Ağzı çarpıldı. Sağ tarafı çöktü: Felç.
Halbuki Aziz'in mahkûmiyeti bozulmuştu, suçsuz olduğu anlaşılmıştı. Yargıtay'dan gelen "tahliye teli" idi.
Köye haber salındı. Yakınları geldiler, cipe bindirip götürdüler Aziz'i.
Birkaç ay sonra haber geldi; felç ilerlemiş ve Aziz ölmüştü.
Müdürün bu anısını dinledikten sonra uzun uzun düşündüm. Ne diyelim, adalet, öldürmeye karar verirse, mutlaka öldürür.
Kaynak: Bir Ceza Avukatının Anıları, Faruk Erem, S.10-12, Öncü Yayıncılık
04.08.2017 15:53:07