İnsan beyni iki türlü çalışır.
Ya kendi komutası altında.
Ya da senin bilinçli bir şekilde yönlendirmenle.
Kalbin atması için her seferinde emir vermene gerek yoktur.
Midenin, karaciğerin, böbreğin çalışması için de elbette.
Beyin, bu işleri kendi halleder.
Onun için rutin mi rutin, basit mi basit bir eylemdir bu işler.
Eğer sen herhangi bir an, 'kalbim atsın, midem, karaciğerim, böbreğim çalışsın' demek zorunda kalmışsan ortada çok ciddi bir sorun var demektir.
Siyasi partiler de canlı organizmalardır.
Onun kalbi de 'seçim sandığıdır'.
Bir organizmanın kendisi için çok rutin bir olay olması gereken 'sandığa sahip çıkma' konusunda sıkıntı varsa, kafasını iki eli arasına alıp kara kara düşünme vakti gelmiş demektir.
CHP'nin 'sandığa sahip çıkıyoruz' sezonu bir kez daha açıldı.
1950'den bu yana hiçbir seçimde sandığa tam olarak sahip çıkamamış bir parti olarak CHP ısrarla aynı türküyü söylemeye devam ede dursun, bizim sormamız gereken basit bir sorumuz olmalı.
Soru şu.
'Bu nasıl bir sandıktır arkadaş, 66 yıldır tek bir seçimde bile o sandığa sahip çıkmayı başaramadınız.'
Yine ufukta seçim göründü, yine CHP Genel Merkezi kaynaklı 'örgüte sandığa sahip çık' talimatları yağmaya başladı.
Kelimenin tam anlamıyla 'dostlar alışverişte görsün' böyle bir şey olmalı.
Her sandıkta en iki partili görevli olacak, o seçim çevresinde seçmenlerle tek tek görüşülecek, gerekirse ev ziyaretleri yapılacak vs.vs.vs.
Uzat uzatabildiğin kadar.
Aynı söylemi de aynı eylemi de bir önceki seçimde, ondan önceki seçimde, daha önceki, daha daha önceki seçimde de kullandın.
Sonuç, sıfıra sıfır elde var sıfır.
Demek ki bir yerde hata var.
Sistem, bir yerde 'error' veriyor.
Makamlara oturanlar değişse de eylem ve söylemler aynı olduğu sürece sonuç değişmiyorsa önünde iki seçenek var demektir.
Ya seçmeni suçlarsın ya da kendini.
CHP bugüne kadar ilk şıkkı tercih etmenin dayanılmaz ağırlığıyla devam etti yoluna.
Hep hesap sordu.
Hiç hesap vermedi.
Genel Merkez'de, illerde, ilçelerde onlarca toplantı yapmaya, boşa enerji harcamaya gerek yok aslında.
Sonucu baştan belli olan bir yarış bu.
Sandığa sahip çıkarsan yüzde 25 alırsın, sandığa sahip çıkamazsan yüzde 25 alırsın.
Gül gibi geçinip gidersin.
CHP'nin en büyük şansı da şanssızlığı da aynı aslında.
Kendi kulvarında onu tehdit edecek, onu zorlayacak, onu harekete geçirecek ciddi anlamda bir rakip yok.
Bülent Ecevit'in DSP'si alternatif olarak ayaktayken CHP çok daha hareketli bir parti görünümündeydi.
Bugün, AK Parti ve Erdoğan nefreti üzerine inşa edilmiş siyasi duruş partinin boyunu ne uzatıyor ne kısaltıyor.
Merkezin soluna sıkışıp kalmış bir CHP'nin sandığa sahip çıkmaktan çok daha ötesine uzanacak eylem ve söylemlere ihtiyacı var.
Bunu ya yukarıdan aşağıya emir komuta içerisinde yaparsın ya da alttan yukarıya doğru bir açılıma izin verirsin.
Aynı eylem ve söylemle yola devam edip, bu sefer başaracağız diyerek kendini kandırmak nafile bir çabadan öteye gitmez.
Tarık Akan'ın cenaze töreni CHP'nin duracağı yeri göstermesi bakımından önemli ipuçları içeriyordu.
Bu ülkenin CHP'ye, CHP'nin de yeniden kendini kodlamaya ihtiyacı var gibi görünüyor.